Türkiye ekonomisinde son dönemde atılan adımlar, enflasyonu kontrol altına almayı hedefleyen sıkı para politikaları ile şekillenirken, reel sektörü neredeyse boğma noktasına getirmiş durumda. Yüksek faiz oranlarıyla enflasyonu dizginlemek için atılan bu adımlar, ilk bakışta teorik olarak doğru bir strateji gibi görünse de, reel sektör üzerindeki olumsuz etkileri göz ardı edilmemelidir. Goldman Sachs’ın Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ile ilgili yayımladığı son rapor, Türkiye’deki ekonomik gelişmelerin beklenenden daha karmaşık bir seyir izlediğini ortaya koyarken, reel sektörün giderek daha fazla baskı altında kaldığını görmezden geliyor.
Yüksek Faiz ve Reel Sektör Üzerindeki Baskı
Goldman Sachs’ın TCMB’den beklenen faiz indirimi tahminlerini Ocak 2024’e kaydırması, Türkiye ekonomisindeki mevcut enflasyonist baskılar nedeniyle ihtiyatlı bir yaklaşım gibi görünüyor. Ancak yüksek faiz oranlarının devam etmesi, reel sektörü adeta köşeye sıkıştırmış durumda. İşletmeler, yüksek maliyetler altında üretim yapmaya çalışırken, kredi maliyetlerindeki artış nedeniyle finansmana erişimde ciddi zorluklar yaşıyor. Özellikle KOBİ’ler, yüksek faiz oranları nedeniyle kredi almakta zorlanıyor, bu da üretimi ve istihdamı olumsuz etkiliyor.
Faiz oranlarının bu kadar yüksek seyretmesi, yatırımcıların ve işletmelerin maliyetlerini artırarak, üretim faaliyetlerini daraltıyor. Özellikle üretim maliyetlerinin enflasyonist baskılarla zaten yükseldiği bir dönemde, işletmelerin bu maliyetleri karşılayabilmesi daha da zorlaşıyor. Yatırımcılar, yeni projelere başlamak bir yana, mevcut işletmelerini sürdürebilmek için bile krediye ihtiyaç duyarken, bu kredi maliyetlerinin yüksekliği birçok firmanın kapısına kilit vurmasına yol açabilir.
Faiz İndiriminin Ertelenmesi: Reel Sektörün Dayanma Gücü
TCMB’nin faiz indirimi beklentilerinin Ocak 2024’e ertelenmesi, reel sektör için daha da zorlayıcı bir dönemin habercisi olabilir. Zaten zorlu ekonomik koşullarda ayakta kalmaya çalışan işletmeler, faiz indirimiyle bir nebze rahatlamayı umarken, bu umudun ertelenmesi, sektörde iflasları tetikleyebilir. Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde reel sektör, ekonominin can damarıdır. Üretim, istihdam ve büyümenin temel taşı olan reel sektörün sıkıştığı bir ortamda, enflasyonla mücadelede başarıya ulaşmak oldukça zor olacaktır..
Yüksek Faiz Oranları: Kısa Vadeli Bir Çözüm mü?
Yüksek faiz oranlarıyla enflasyonu dizginleme çabası, kısa vadede etkili olabilir, ancak bu stratejinin uzun vadede ekonomiyi ayakta tutup tutamayacağı tartışmalı. Yüksek faiz oranlarıyla enflasyonun düşürülmesi hedeflenirken, aynı zamanda ekonomik büyüme yavaşlıyor ve istihdam azalıyor. Ekonomi, yüksek faiz oranlarının yarattığı daralma etkisiyle küçülme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.
Özellikle yatırım yapma kapasitesini kaybeden işletmeler, üretimi durdurmak zorunda kalıyor ve bu da istihdamı olumsuz etkiliyor. İşsizlik oranlarının artması, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin derinleşmesi ve iç talebin daha da zayıflaması anlamına gelir. Bu da ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyerek, enflasyonla mücadele stratejisinin sürdürülebilirliğini sorgulatır hale getiriyor.
Reel Sektör Desteklenmeden Ekonomik İstikrar Sağlanamaz
Reel sektöre yönelik bu sert faiz politikası, enflasyonla mücadelenin bedelini ekonominin üretici kesimlerine ödetiyor. Ancak, üretim daraldığında, enflasyonu kontrol altına almak mümkün olmayacaktır. Üretim maliyetlerinin artması, bu maliyetlerin fiyatlara yansımasıyla sonuçlanacak ve enflasyonist baskılar devam edecektir. Bu nedenle, enflasyonla mücadelede yalnızca faiz politikalarına bel bağlamak yerine, reel sektörün desteklenmesi ve yapısal reformların hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Türkiye ekonomisinin güçlü ve sürdürülebilir bir büyüme sürecine girebilmesi için üretken sektörlerin desteklenmesi şarttır. Yatırımcıların önünü açacak, kredi maliyetlerini düşürecek ve istihdamı artıracak adımlar atılmadığı sürece, yüksek faiz politikası ile enflasyonun düşürülmesi hedefi bir illüzyondan öteye geçemez. Ayrıca, bu tür politikalar, ekonomiyi uzun vadede daha kırılgan hale getirerek, küresel belirsizliklerle mücadeleyi zorlaştıracaktır.